Bir diyetisyen olarak yıllar içinde birçok insanın tartıyla kurduğu ilişkiye, aynayla olan savaşına ve ne yazık ki yeme ile olan düşmanlığına tanıklık ettim. Ama bazı durumlar var ki bu artık bir kilo verme arzusunun çok ötesine geçiyor. İşte Anoreksiya Nervoza da tam olarak bu sınırın ötesinde, sessiz ama yıkıcı bir çığlık.

Anoreksiya Nervoza Nedir?

Anoreksiya nervoza, temel olarak kişinin yaşına, boyuna ve genel sağlık durumuna göre olması gereken kiloyu ciddi şekilde reddetmesiyle karakterize edilen bir yeme bozukluğudur. Bu bireyler genellikle yoğun bir kilo alma korkusu yaşar ve kendilerini olduklarından daha kilolu görürler. Yeme davranışı yalnızca kilo verme hedefiyle değil; kontrol etme arzusuyla da şekillenir. Bu bozukluk, psikiyatride hem bir davranışsal bozukluk hem de bedensel belirtilerle seyreden bir psikolojik rahatsızlık olarak tanımlanır (1).

Teşhisi DSM-5 tanı kriterlerine göre konulur ve kriterler arasında düşük vücut ağırlığı, kilo almaktan aşırı korku ve beden algısında bozulma yer alır (1).

Dünyadaki Görülme Sıklığı

Anoreksiya nervozanın genel insidans oranı (Belirli bir nüfus grubunda, belirli bir zaman dilimi boyunca ortaya çıkan yeni hastalık vakalarının sayısı.) son yıllarda önemli ölçüde sabit kalsa da, genç kişilerde (<15 yaş) artış görülmüştür.

Anoreksiya nervozanın yaşam boyu yaygınlık oranları ise kadınlarda %4’e, erkeklerde ise %0,3’e kadar çıkmaktadır. Dünya genelindeki meta-analizlere göre, Anoreksiya nervozadan kaynaklı 5.1 ölüm / 1000 kişi-yıl (yani yıllık yaklaşık %0.51 ölüm oranı) saptanmıştır. Bu oran, on yıl boyunca yaklaşık %5 ölüm riski anlamına gelmektedir. Ergenlik ve genç yetişkinlik dönemi, özellikle kadınlar açısından en riskli dönemdir. Bu hastalığın genetik, çevresel, sosyokültürel ve psikolojik birçok nedeni vardır (2).

Yeme bozuklukları üzerine yapılan çalışmalar, bu bozuklukların  gelişmiş toplumlarda daha yaygın olduğunu gösteriyor. Ancak artık küreselleşmeyle birlikte bu sınırlar siliniyor. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde de son yıllarda ciddi bir artış görülmektedir.

Türkiye’de Durum Ne?

Türkiye’de yeme bozuklukları üzerine yapılan bilimsel çalışmalar hâlâ sınırlı.  Ancak özellikle büyükşehirlerde ergen ve genç kadınlar arasında anoreksiya ve diğer yeme bozukluklarının görülme sıklığı artmakta. Psikiyatri kliniklerine başvuran genç kadınların önemli bir kısmında yeme bozukluğu belirtileri gözlemlenmekte (3).

Kültürel olarak “ince olmak” uzun yıllar boyunca ideal güzellik normu sayılmamışken, son 15-20 yıldır bu algı ciddi şekilde değişti. Medyada, dizilerde, sosyal platformlarda sürekli olarak belli bir beden idealinin dayatılması bireyleri etkisi altına almakta (4).

Nihal Candan’ın Vefatı: Sessiz Bir Alarm

Geçtiğimiz günlerde medyada yer alan Nihal Candan’ın ölüm haberi, kamuoyunu sarsan bir diğer örnek oldu. Kendisi hakkında çıkan anoreksiya nervozaya bağlı hayatını kaybettiği yönündeki haberler, sosyal medyanın ve toplumsal baskının ne kadar ölümcül olabileceğini bir kez daha gözler önüne serdi.

Yeme bozuklukları sadece bireyin bedenini değil, ruhunu da tüketiyor. Sessiz ve çoğu zaman inkâr edilen bir hastalık bu.  En tehlikelisi de yardım istemeye ihtiyaç duyulan anda, kişi bunu yapabilecek gücü kendinde bulamıyor.

Nihal Candan hastalığa bağlı olarak 23 kg’a kadar düşmüştü.

Sosyal Medya: Görünmeyen Bir Tetikleyici

Bugün bir genç kızın sosyal medyayı açtığında karşılaştığı şeyler genellikle birbiriyle yarışan “fit vücutlar”, “what I eat in a day (bir günde ne yiyorum)” videoları ve her gün biraz daha daralan güzellik kalıpları… Sorun burada başlamakta. Zihin bu görüntülere maruz kaldıkça, kendi bedenini değersizleştirme içerisine girmekte

Filtrelerle yaratılan sahte bir gerçeklik, bireyin kendisini olduğundan daha yetersiz ve çirkin hissetmesine yol açmakta. Bu da bazen kontrolü yeme üzerinden sağlama çabasıyla birleşip yeme bozukluklarına zemin hazırlamakta (5).

Peki Ne Yapmalı?

  • Aileler ve öğretmenler, gençlerin yeme alışkanlıklarını, beden algılarını ve ruhsal durumlarını dikkatle gözlemlemeli.
  • Sosyal medyada içerik üretenler, özellikle yeme ve beden temalı içeriklerde daha sorumlu davranmalı.
  • Biz sağlık profesyonelleri, bu konuda sadece kilo odaklı değil, bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşmalıyız. “Görünüş” değil; “sağlık” merkezli rehberlik sunmalıyız.
  • Toplum olarak, “zayıflık” üzerinden değer biçmeyi artık terk etmeliyiz.
  • Tedavi yaklaşımında beslenme, psikoterapi ve ruhsal destek üçgeni birlikte çalışılmalıdır. Disiplinler arası (psikiyatri, diyetisyen, terapi) ekip yaklaşımı en etkili yöntemdir (6).

Sonuç

Anoreksiya nervoza bir seçim değil, bir hastalıktır. Ve bu hastalık ne kadar erken fark edilirse, iyileşme şansı da o kadar yüksek olur. Bu yüzden sadece bireyleri değil, sistemi de sorgulamalıyız. Bu sorunları doğuran sosyal medya düzenine, güzellik dayatmalarına ve kilo üzerinden kurulan yargı kültürüne karşı sesimizi yükseltmeliyiz.

Çünkü bir beden yalnızca görünüşten ibaret değildir. Ve biz, sağlıklı bireyler yetiştirmek istiyorsak önce bu algıyı dönüştürmeliyiz.

Kaynaklar

 

Meraklısına: Megan Diyet (Meganizm) ile Beslenmeye Hazırlanıyoruz

 

Paylaş.
Yorum Yapın

Exit mobile version